“Hasta İstedi Ben De Yaptım” Yaklaşımı Doğru Mudur?


Av. Arb. Bahadırhan Tabak tarafından yazılmıştır.

“Hasta İstedi Ben De Yaptım” Yaklaşımı Doğru Mudur?

Av. Arb. Bahadırhan Tabak Estetik Hukuku başlığı altında Yeniben’e en çok gelen soruları ve merak ettiğimiz ayrıntıları cevaplıyor, hukuksal açıdan derinlemesine değerlendiriyor. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.

Bahadır bey, estetik doktorları açısından bahtığımızda “Hasta istedi ben de yaptım” yaklaşımı doğru mudur?

Estetik ve plastik cerrahi hastasının kendi vücudu üzerindeki birtakım değişiklikleri daha güzel görünmek adına hekimden talep etmesi söz konusudur. Bu taleplerin tıp tekniğine uygun ve uygulanabilir olup olmadığının değerlendirmesini hasta kendi başına yapabilecek tıbbi yeterliliğe sahip değildir.

Söz konusu taleplerle ilgili hekimin rolünün ne olacağı, her gelen hastasına istediği her türlü işlemi yapma özgürlüğünün bulunup bulunmadığı, yapılan işlemler neticesinde meydana gelen zararlarla ilgili olarak “hasta istedi ben de yaptım” şeklindeki savunmasına itibar edilip edilemeyeceğini burada ele almak istiyoruz.

Örnek vermek gerekirse kişinin çok beğendiği bir kişiye benzemek adına, vücudundaki belli bir noktanın bu kişiye benzetilmesini talep etmesi veya vücuduyla ilgili çok yüksek komplikasyon riskleri veya yüksek başarısızlık ihtimalleri bulunan müdahalelerin yapılmasını talep etmesi karşısında hekimin tutumu ne olmalıdır.

Tüm bilgi ve tecrübesi ile yapılacak işlemin yüksek risk ve yüksek başarısızlık ihtimalini bilmesine rağmen sırf hastası istedi diye bu işlemi yapabilecek midir ? Yapması halinde oluşacak olumsuz sonuçların sorumluluğundan “hasta istedi ben de yaptım” savunması ile kurtulabilecek midir ?


Bu soruya cevap verebilmek için tıp hukuku ve tıp etiğine ilişkin pek çok kavrama işaret etmek gerekiyor. Bu kavramların tamamın bir bütün olarak değerlendirilmesi ile ancak tatmin edici bir sonuca varılabilir. Hasta özerkliği, hekim özerkliği, “önce zarar verme” ilkesi ve son olarak sorunun cevabı açısından kritik olduğunu düşündüğüm ihbar mükellefiyeti kavramları…

Estetik ve plastik cerrahi uygulamaları dahil tüm tıbbi müdahalelerde hasta özerkliği söz konusudur. Hasta özerkliği kavramı hastanın bir tıbbi müdahaleye özgür iradesi ile rıza göstermesi veya reddetmesi; alternatif yöntemler arasında özgürce seçimde bulunabilmesi, kendi bedeni, sağlığı ve geleceğini belirleme konusunda mutlak hak sahibi olması anlamına gelir.

Ancak özerklik kavramı tıp hukukunda sadece hasta için kullanılmamakta, hekimin de tedavi özerkliği veya diğer bir deyişle mesleki özerkliği bulunduğu ifade edilmektedir. Bu da hekimin tıbbi müdahalenin zarureti konusunda karar verecek tek merci olması, mesleki tecrübe ve bilgisi ile çelişen tedavi metotlarını uygulamaya zorlanamaması olarak açıklanabilir.

Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 6 .maddesinde “Tabip ve diş tabibi, sanat ve mesleğini icra ederken, hiç bir tesir ve nüfuza kapılmaksızın, vicdanî ve meslekî kanaatine göre hareket eder. Tabip ve diş tabibi, tatbik edeceği tedaviyi tayinde serbesttir” denilmiştir. Bu iki kavramın, yani hasta özerkliği ile hekim özerkliği kavramlarının birlikte değerlendirilmesinin “hasta istedi ben de yaptım” şeklindeki tutumun hukuken korunabilir bir yaklaşım olup olmadığını tespit etmede önemli olduğunu düşünüyorum.

Bilindiği üzere Yargıtay, estetik ve plastik cerrahi uygulamalarında hasta ile hekim arasındaki ilişkiyi tedaviye yönelik diğer tıbbi müdahalelerden farklı bir şekilde eser sözleşmesi olarak kabul etmektedir.

Türk Borçlar Kanunu’nun eser sözleşmesini düzenleyen hükümlerine baktığımızda 472/3. maddesinde ifade edilen yapılan işin ifasına yönelik olumsuz durumlarla ilgili hekimin iş sahibine yani hastaya ihbarda bulunma yükümlülüğünün bu sorunun cevabında kritik öneme sahip olduğu düşüncesindeyim.

Bu hükme göre eser sözleşmelerinde yüklenici uzmanlığının gereği olarak iş sahibine sözleşmenin ifasına yönelik olumsuz durumlarla ilgili ihbarda bulunmak gerekirse işin ifasından kaçınmak mecburiyetindedir. Bu hükmün estetik ve plastik cerrahi uygulamaları bakımından da dikkate alınması Yargıtay’ın eser sözleşmesi kabulü gereği zorunludur.

Son olarak Hipokrat’a atfedilen ve yüz yıllardır tıp fakültesi öğrencilerine öğretilen temel ilkelerden olan “primum non nocere” yani “önce zarar verme!” ilkesinin bu sorunun cevabını verirken akılda tutulması gerektiğini ifade etmek isterim. Hekim bir tedaviyi uygulardan hastası için en az riskli olan metodu tercih etmelidir.

Bu ilkeye göre hekimin hastasına zarar verme ihtimali bulunan yöntem ve müdahalelerden mümkün olduğu surette kaçınması icap eder. Tıbbi endikasyonu bulunan yani mevcut bir hastalık veya sakatlık halinden hastayı kurtarmayı hedefleyen durumlarda dahi geçerli olan bu ilkelerin tıbbi endikasyon boyutu bulunmayan, tedavi amacı gütmeyen, salt güzelleşme amacıyla yapılan müdahaleler bakımından çok daha ön planda tutulması gerektiği açıktır.


Yargıtay’ın bu tür müdahaleleri diğer tedavi amaçlı tıbbi müdahalelerde olduğu gibi vekalet sözleşmesi değil de hekimin daha çok sorumluluğunu arttıran eser sözleşmesi şeklinde yorumlamasının arkasında da bu düşüncenin bulunduğu kanaatindeyim.

Estetik cerrahi uygulamalarında işin uzmanı olan hekim hastasının talepleri ile bağlı olmakla birlikte uzmanlığının getirdiği bilgi ve tecrübesi doğrultusunda başarısızlıkla neticelenme ihtimali yüksek olan veya ağır komplikasyon ihtimalleri içeren işlemleri sırf hastası istedi diye gerçekleştirmekten kaçınmalıdır. Aksi davranış hekimin oluşabilecek zararlardan sorumluluğunu doğuracaktır.

Hastanın vücudu üzerindeki mutlak tasarruf hakkının sınırında hekimin mesleki sorumlulukları bulunmaktadır. Hekim olası tüm riskler konusunda hastasını aydınlatmalı ve yapacağı müdahalelerde özen ve sadakat yükümlülüğüne uygun hareket etmeli, olabilecek en risksiz yöntemi tercih etmelidir.

Ancak tüm bunlara rağmen tedavi amacı gütmeyen ve salt güzelleşme amacı taşıyan taleplere ilişkin müdahalesinden önce eser sözleşmesinin kendisine yüklediği sorumluluklar ve özellikle Türk Borçlar Kanunu’nun 472/3. maddesindeki ihbar mükellefiyetinin bir gereği olarak müdahalenin başarı şansını düşük ve olası komplikasyon ihtimallerini de çok yüksek görüyorsa talep edilen işlemi yapmaktan kaçınmalıdır. Aksi düşünce hekimin tıp ilmi bakımından uzmanlığının, bilgi ve tecrübesinin bir kenara bırakılarak onu bir teknisyen olarak görmek, hastanın taleplerini ifa ile yükümlü bağımlı bir taraf olarak yorumlamak anlamına gelecektir.

Bu düşünce doğru olmadığı gibi hekimin bu düşünceden hareketle “hasta istedi ben de yaptım” savunmasının muteber kabul edilmesi de mümkün değildir.


avukat bahadırhan tabak
Konuk yazarımız İstanbul Barosu'na kayıtlı Av. Arb. Bahadırhan Tabak, kurucularından olduğu BT Avukatlık ve Arabuluculuk Bürosu bünyesinde sağlık hukuku konusunda avukatlık ve danışmanlık hizmeti veriyor.
Tel: 0530 233 86 36
E-mail: [email protected]


Yayınlanma tarihi: 31/05/2021

-

Son Güncellenme: 19/10/2021

Başa Dön